26 Ekim 2013 Cumartesi

Anish Kapoor İstanbul'da - Kırmızı


Müzeler ve kütüphaneler benim için her daim çok önemli olmuştur. Tüm hayatımı onların içinde geçirebilirim. Ülkemizin de neyse ki özel müzeleri var şanslıyız ve bunlardan benim için en kıymetlisi Sakip Sabanci Müzesidir.
10 eylül de muhteşem bir sergiye ev sahipliği yapan müze dünyaca ünlü heykeltraş Anish Kapoor’ı ( Aniş Kapur) bizlerle buluşturdu bu kez.
Ve ne buluşturma. Her sergisiyle  bir ilk eve adına yaraşır muhteşemliğe imza atan SSM bu anlamda da hayranlıkla saygı duyduğum bir müze. Elbette tüm  emeği geçenlere , yönetime ve  müze müdürü Dr. Nazan Ölçer, sergi genel koordinatörü Hüma Arslaner’ e şahsım adına teşekkür ediyorum. Geçenlerde Sayın Hıncal Uluç’ta sergi hakkında enfes bir yazı paylaşmış gazetesindeki köşesinde.(http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2013/10/12/git-oraya-bilmiyorum-nereye) Aynı duyguları bende hissettim. Ne tesadüf ki o yazı çıktığı gün ben de sergiyi geziyordum. Ben sergi hakkında bu yazımı ancak açılıştan  bir ay sonra yazabiliyorum çünkü görüp bizzat deneyimlemedikçe yazmak taraftarı değilim. İstanbul dışında olduğum içinde sergiyi görebilmek ancak 12 ekimde mümkün oldu. Bu sergi de olduğu gibi diğer tüm sergilerde de ilgilenip yardımcı olan Berna hanım’a ayrıca teşekkürü bir borç bilirim.
 Sergi ve sanatçının bana hissettirdiklerinden önce Anish Kapoor hakkında biraz bilgi vermek isterim.
1954 Hindistan,Bombay doğumlu sanatçı, çocukluğunu İsrail ( annesi yahudi) gençliğini ise İngiltere’de geçirmiş. 1990 Venedik Bienalinde Britanya’yı temsil ederek  büyük ilgi gördü ve Premio Duemila’ya layık görüldü. Ertesi yıl Turner ödülünü alıp, çağdaş sanatın öncüsü olma yolunda hızla ilerledi. Son otuz yılda tüm dünyada birçok sanat projesine ve sergiye imza atan Kapoor, İsviçre’de Kunsthalle Basel , Londra’da Tate Modern Ile Hayward Gallery, Madrid’de Reina Sofia, Berlin’de Deutsche Guggenheim Ve Martin- Gropius-Bau gibi sanat platformlarında kişisel sergiler açtı. Anish Kapoor’un soyut sanatı mimari, mühendislik ve teknolojiyle buluşturduğu eserleri, SSM’nin galeri alanlarında ve Atlı Köşk’ün bahçesinde sergileniyor. (ssm katalog)
Müzeye ilk girdiğinizde size bahçede 2010 yılına ait paslanmaz çelik ve çapı 290 cm olan “Gök Ayna” adlı heykeli karşılıyor Kapoor’ın. Bir de terasta 2008 yılına ait bir başka  çelik heykeli var.
Malzeme olarak  taş, mermer, çelik ve pigment kullanıyor sanatçı. Devasa  heykelleri ve pigment kullanarak yaptığı rengarenk heykelleri adeta büyülüyor izleyiciyi. Uzun yıllar çalışmasına rağmen sergilemediği taş eserleri ağırlıkta İstanbul sergisinde . Dünyanın farklı bölgelerinden gelen, binlerce yıllık yer kabuğunun katmanlarının parçası olan bu taşlar, geçmiş zaman efsanelerinden çıkıp gelmişcesine bir yalınlık, sonsuzluk, zamansızlık duygusu veriyor; içlerinde taşıdıkları “boşluğun” karşısında izleyicinin deneyimleyeceği hissiyatla var oluyor.
İnsan vücuduna ve doğaya gönderme yapan biyomorfik formları taşlara ve galerini duvarlarına işleyen Anish Kapoor, her izleyiciyi kendi benliğine ve bilinçaltına doğru bir yolculuğa çıkarıyor. ( ssm katalog)
 Ve benim için Anish Kapoor
En son geçen yıl görmüştüm Avustralya’da muhteşem heykellerini. Açıkcası içimden  bize de gelse demiştim olacağını bilmeden. Ve ne zaman öğrendim ki SSM  bu büyük üstadı konuk ediyor  çok sevindim. Öyle çok kalabalıkta ziyaret etmek istemedim. Yoğunluğum ve İstanbul dışında oluşumda bahanem oldu. Ve geçen haftasonu  nihayet bende ziyaret ettim müzeyi büyük bir heyecanla.
Elbette bu ziyaretimin devamı gelecek. Kaç kez daha giderim bilmiyorum ama sergi bitene dek  sıklıkla gidip o  efsunlu heykellerde kaybolmayı planlıyorum.
Sanat böyle birşey benim için. Oldukça zor beğeniyorum artık ve gerçekten beni şaşırtıp ruhuma dokunacak gerçek sanat eserlerini görmek  beni inanılmaz mutlu ediyor.  Heykel oldum olası  etkilendiğim bir sanat dalı. ( ülkemizde ne yazık ki hep uzak durulan olmuştur) Üniversite sanat eğitimimde de yan sanatım heykeldi. Yaratırken hiçbir sanat  bu kadar keyifli ve haz verici olmamıştır sanırım.
Anish’in heykellerinin herkes gibi beni de en çok etkileyen yanı  renk gibi tehlikeli bir yaklaşımı kullanıyor olması. Tehlikelidir çünkü ince bir çizgisi vardır rengin ve  heykel gibi bir sanata pek te bulaştırılmaz. Oysa sanatçı pigmentler kullanıp rengin başdöndürücü çarpıcılığında inanılmaz illüzyonlar yapıyor. Sanatçının en sevdiği renk kırmızı. Onunla ilgili heykellerini yorumlamayacağım. Ama neden kırmızı diye sorulduğunda “çünkü kırmızı siyahtır" diyor. “Karanlıktır ve  siyahta kırmızıyı bulursunuz” diyor. Tüm çalışmalarında bu kırmızıdan izler göreceksiniz. Bu devasa heykeller gerçekten efsunlu birer oyun alanı gibi. Kendimi “Alice harikalar diyarında” gibi hissettirdi bana.  Benim “uzak- ıssız , zamansız –mekansız” fotoğraf  projem gibi  bu heykellerde de zaman ve mekan kavramı yok benim için. Hangi zamana ait  nasıl bir mekandan  çıkıp gelmiş işte orada durduruyor ve düşündürüp izleyicinin hayal gücüne bırakıyor kendini.
 Oyuklar içlerine çekiyor ama giremiyorsunuz. Aynı zamanda sizi dışarıda bırakıyor. Adım atmak  içeride ne var- ne olacak  görmek istiyorsunuz ama sizi araf gibi  sınırda  yapayalnız bırakıyor. Karmaşık duygularla  sadece hayal kurabiliyorsunuz ve  hayranlıkla bu illüzyon yaratan pigment heykellerde kayboluyorsunuz. Ben bunları yaşıyorum Anish Kapoor’un eserleri karşısında.
Örneğin sax mavisi heykel grubu “ejderha” dakikalarca  önünden ayrılamadığım bir çalışmasıydı. Gerçekten o heykellerin birer parçası olmak istedim. Onlara yaslanmak, içlerinde dolaşıp oyuklara girebilmek, içeriden dışarıya bakabilmek. Onların içindeki sesi duyabilmek. Oluşum sesini ve sessizliğini. Her bir  heykel için  dakikalarca anlatıp sayfalarca yazabilirim bana hissettirdiklerini. Ancak  bu yazımı okuyan sizleri de etkilemek ve  hayal güçlerini kısıtlamak istemem.
Yine de  şunu da eklemeliyim ki; tüm heykeller ayrı ayrı etkiledi evet ama bazıları daha fazla… “Sky Mirror” zaten benim sıklıkla fotoğraflarını çektiğim ayna – yansımalardan da anlayacağınız gibi bayıldığım bir çalışması. “Mezar – Tomb”(1989) ruhumu alıp çok uzaklara götüren , korkunç etkileyen bir  heykel. Onun karşısında saatlerde durabilirim.  “Sarı” ve “Flower” da  muhteşemdi. 2007 yılına ait “Archaeology And Biology” inanıyorum ki sizlerde de müthiş duygular uyandıracak.   Mermer ve nehir taşlarından oluşan “With a Past”ı (2009) izlerken o nehri düşündüm. Sesini duydum… inanılmaz hayaller gördüm. Bir de adımı etkiledi muhteşem formumu onu size bırakıyorum ama Vigaria mermerinden, çok özel taş çalışmalarından “Erdem” (2004) size sanatçı hakkında başka ipuçları verecek diye düşünüyorum. Tıpkı tüm diğer heykelleri gibi.

Sergiyi  uzun uzun dolaşın ve lütfen heykellerin sizinle iletişim kurmasına izin verin. Onlarla başbaşa kalın ve seslerini, sizlerle konuşmalarını duymaya çalışın. Çıkışta sanatçı ile ilgili belgeseli izleyin ve  sergiyi tekrar gezin. Aynı gün olmasa da  başka gün ama tekrar mutlaka gelin. Müzenin  hediyelik eşya alabileceğiniz mağazasını ise ziyaret etmeden çıkmayın. Her sergiye özel tasarlanan bu ürünler bu kez Anish Kapoor heykellerinden izler ve süprizler taşıyor. Sizlerde benim gibi bayılacaksınız.  Tüm bu etkinlik sizi biraz yormuş olabilir. O vakit muhteşem boğaz manzarasına karşı ve müzenin o eşsiz büyüsünden uzak kalmadan terasa çıkıp MüzedeChanga’ da birşeyler yiyip içebilirsiniz. Burada da sizi çok hoş süprizler bekliyor olacak. Sergiyle paralel enfes tasarımlı heykelsi tatları kesinlikle denemelisiniz. (http://muze.sabanciuniv.edu/tr/sayfa/haberler/muzedechangada-heykelsi-tatlar-25092013 )
Anish Kapoor hakkında yapılan iki belgeseli izlerken (müzede  izleyebiliyorsunuz) bazı sözlerine takılıp kaldı ruhum. Örneğin  inanılmaz bir mütevazilikle “ben sanatçıyım demedim hiçbir zaman” diyordu. Ve ekliyordu. “çünkü sanatçılık çok büyük bir sorumluluk gerektiriyor ve ben böyle bir yük taşıyabileceğimden emin değilim.” Ve bir başka yerde “ şimdiye dek hep ben  anlatmak istedim ne yaptığımı , ancak bu sergiyle  artık insanlar bana söylüyordu ne yaptığımı, neyi anlattığımı” diyordu Venedik bienali sergisi için. Bir kez daha görülebilir ki ego ne kadar azalırsa kişi de o derece büyüyor. Özellikle de sanatında…
İyi ki varsın sanat ve  iyi ki varsın SSM (http://muze.sabanciuniv.edu )
Melissa MEY , 2013 Ekim



küçük prens  her zaman benimle hele ki müzelere o da benim gibi bayılıyor. hayranlıkla izledi bu heykeli.





Güneydoğu Yollarım - Yanık Ruhlar Diyarı - Gaziantep



Güneydoğuya gelenleriniz bilirler; burada insanların sadece sesleri, yürekleri tenlerine değil, gözlerine bakarsanız görebilirsiniz ; “Ruhları da yanıktır”.
Ben son yıllarda (Türkiye’de olduğum sürede) sıklıkla güneydoğuya seyahat etmeyi seviyorum. Benim seyahatlerim aynı… Sırtımda foto ekipmanım, Küçük Prens ve bazen başka bir peluş dostumla düşerim yollara ve bu güneşin bir başka battığı topraklara gelirim.
İstanbul’dan bunaldığımda, biraz insana ait izleri özlediğimde onların yaralı, yanık, kavruk ruhları benimkine şifa olur. Onlar farketmez.Kimse bilmez.
Yine bir yaz sonu, aslında  güneydoğu seyahati diye planlayıp geldim Gaziantep’e . Ama  zaman yetmedi her zamanki gibi. Buraya sayısını bilmediğim kadar çok geldim, ama bu şehire zaman yetmiyor nedense.
Benim gözümden Gaziantep nasıl paylaşmadan önce şehir hakkında birtakım bilgiler vereyim.
Gaziantep’e ilk geldiğimde sıklıkla şunu duymuştum yöre halkından: “ Burası doğunun Paris’idir.” Açıkçası  gülmüştüm, Paris’i bilirim nitekim . Ancak  diğer güneydoğu şehirlerini gezdikçe (O şehirlerdekiler alınmasın lütfen) anladım farkı. Mesela benim bu şehre dair en sevdiğim özellik burada  adım başı müze olması. Bu bana  85 müzeli Stockholm’u hatırlatıyor.
Gaziantep, gerek sanayi gerekse kültür varlıklarıyla Türkiye’nin en önemli şehirlerinden… Hatta geçen yıl  Zeugma Mozaik Müzesi ile “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”nü aldı cumhurbaşkanımızdan. (1996 yılından beri cumhurbaşkanlığınca her yıl verilen "Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü"ne, 2012 yılında arkeoloji alanında Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi layık görülmüştü.
Benim bile yeni öğrendiğim bir başka özelliği ise, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın hâlâ yaşanılan en eski kentlerinden biri olması. Bunun yanında Türkiye’nin dokuzuncu büyük şehri olan Gaziantep’in en önemli sembolleri ; kalesi, Zeugma Mozaik Müzesi, baklavası ve antep fıstığıdır.
Atatürk’ün nüfusa kayıtlı olduğu bu şehir, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nda verdiği mücadele ile “Gazi” ünvanını almıştır.
Gaziantep adı ve bu adın anlamları : Aslında “Ayıntap”tan geldiği düşünülmektedir. Kelime anlamı Arapça ‘da “pınarın gözü”dür.
Sabahın çok erken saatlerinde gün doğarken iniyorum Gaziantep’e. Havaalanı , bu önemli şehre yakışmayacak kadar küçük ve sevimsiz. Bence  minyatür bir Antep görünümünde olmalı. Kahvesi, kahvaltısı, tatlıları ile karşılamalı ve uğurlamalı yolcuları.Şehre çok uzak değil havaalanı ve eski sokakların, binaların arasında gün çoktan başlamış bile.Sokakları buram buram kebap ve baklava kokuyor , her yerde bir han, bir eski çarşı...
Buraya geleceklere hep önerilen şeylerdir ve ben de  her geldiğimde yaparım. Öncelikle tarihi İpek Yolu’nun üzerinde kurulu  muhteşem Zeugma Müzesi’ni görmelisiniz. Dünyanın ilk üç mozaik müzesinin iki tanesi bizim ülkemizde. Biri Antakya’da bulunuyor, diğeri ise Zeugma. Ne yazık  ki Antakya’daki bu müze gibi modern ve iyi şartlarda sergilenmiyor eserler.
Müze üç katlı ve oldukça büyük bir alanı kaplıyor.(30 bin m²) Alt katta hamam mozaikleri, giriş katında Fırat kenarındaki villalarda bulunan mozaikler, birinci katta Gaziantep çevresinde bulunan Doğu Roma(Bizans) dönemi kilise mozaikleri, ikinci katta ise şehrin sembolü haline gelen meşhur “Çingene Kız” mozaiği bulunuyor. Dar ve karanlık koridordan sonra yine karanlık bir odada tek başına sergilenerek karşılıyor bu muhteşem mozaik ziyaretçilerini. Müze gerçekten oldukça modern bir mimari ve dekorda. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Güzel bir  müze shop hazırlanmış. Cafe kısmına da aynı  özenin gösterilmesini öneriyorum.
Sırada Oyuncak Müzesi var ki şehrin en yeni müzelerinden. İlki İstanbul Göztepe’de Sunay Akın tarafından kurulmuştu. Hâlâ göremeyenler varsa en kısa zamanda mutlaka gidip görmeliler.
Gaziantep Oyuncak Müzesi Beymahallesi’nde (burası eski Antep evleriyle meşhur tarihin hâlâ dar taş sokaklarında yaşadığı yer) dar bir sokakta tabelası pek bir küçük olduğundan kolay bulamayacağınız bir konumda yer almakta. Büyük bir bahçe içerisindeki üç katlı bir konaktan oluşuyor. Konağın restorasyonu sırasında altında bir de mağara bulunmuş. Yakında orasını da ışıklandırıp ziyarete açacaklar. Ben gittiğimde ne yazık ki kapalıydı. Ben İstanbul’daki  benzerini iyi bildiğimden bu müzeyi oyuncak sayısının azlığından biraz zayıf buldum. Ama  dünyanın tüm müzeleri bence güzel ve görülmeli, desteklenmeli. Çıkarken buranın hemen karşısında yine pek dikkat çekmeyen bir müzeyi de görmeden geçmeyin. Atatürk Anı Müzesi. Burada Ata’mın  Gaziantep’e geldiğinde kullandığı yatak ve mutfak eşyalarını da görüp dönemin tarihi belgelerini inceleyebilir, harika müzesinde uzunca vakit geçirip tarihi bir de kitaplarda yaşayabilirsiniz. Aslında biliyorum ki müzeleri gezmek gibi bir kültürümüz ne yazık ki yok. Yapılan araştırma müzede geçirilen sürenin Türkiye’de sadece yedi dakika olduğunu göstermiş. Bu gerçekten çok üzücü. (İstisnalar olabilir elbet. Ben tüm günümü geçiriyorum da yetmiyor.)
İşte bu nedenle kısaca  görülecek müzelerin başlıklarını yazıyorum. Dilerseniz zaten  araştırır, bulur ve görürsünüz.
Müzeler :
Zeugma mozaik  müzesi
Gaziantep Medusa cam arkeolojik eserler müzesi
Emine Gögüş mutfak müzesi
Gaziantep savaş müzesi
Gaziantep kent müzesi
Oyuncak müzesi
Yemesek açıkhava müzesi
Dülük antik kenti
Mevlevihane vakıf  müzesi
Hasan Süzer etnografya müzesi
Tilmen höyük
Cıncıklı örenyeri (mozaik)
Dolmen mezarları
Görülecek yerler
Eski çarşı
Bakırcılar çarşısı
Bey mahallesi
Tamis kahvesi
Gaziantep kalesi ve çevresi
Hayvanat bahçesi ( Türkiye’nin en büyük hayvanat bahçesi)
Avm’ler
Alışveriş tutkunları için gerekirse diye Sanko  ve yeni açılan, henüz içi mağaza ile dolamamış olsa da işinize yarayabilecek olan Prime Mall .

Café- Bar
Jimmy Joker
Hayal kahvesi ( Ben bu yazıyı yazarken Soul Stuff sahne alıyordu.)
Hanlar – Çarşılar – Bedestenler
Eski çarşı ya da bakırcılar çarşısına girip tüm sokakları, esnafı, kahveleri, kebapçıları  bol bol dolaşın. Bunun için ne rehber arayın ne bir Antepli. Benim önerim siz Antepli olun ve halkın, esnafın arasına karışıp sohbetlerine, çay-kahve ikramlarına ortak olun.
Örneğin Gümrük Han’a gidip gezdikten sonra, orada ikinci kattaki resimli kilim dokuyan yetmiş altı yaşındaki Süleyman amcayı dinleyin. Bu zaten birkaç gününüzü alacaktır. Tarih kitabı gibi her sözü altın. Ama çayı ondan içmek yerine mümkünse aşağıdan siz alıp ona ikram edin. Çünkü o sizinle sohbet ederken bir yandan da içerisinde oturduğu  kırk yıllık dokuma tezgahındaki kilimine devam ediyor olacaktır.
En çok;  gelip  anlamadan, bilmeden, dinleyip izin almadan fotoğrafını çekip gidenlere sitem ediyor haklı olarak. O sizin için show yapsın diye konulmuş bir konu mankeni değil nitekim. Yıllarını işine vermiş usta-çırak geleneğinden gelmiş bir üstad.
Millet han
Gümrük han ( yaşayan müze)
Bakırcılar çarşısı
Zincirli bedesten
Sire hanı
Kürkçü hanı
Eski büyük buğday hanı
Nakıp ( mecisiye) hanı
Eski maarif hanı

Yeme – İçme
Her turistin yaptığı gibi  İmam Çağdaş, Bayazhan, Sahan, Akar Restaurant  gibi  meşhur yerlere ya da  çok daha az bilinen yeri zor bulunan ama bir emsali daha olmayan Halil Usta’ya uğrayıp bol bol  yiyin.özellikle de Küşneme. ( Artık Halil usta’nın Metro yanında da bir şubesi var ki bu merkeze daha yakın ve bulunabilir bir noktada. Tadından  ödün vermiyor. Aynı ustanın elinden çıkıyor) Ama bakırcılar çarşısında dolaşırken kaleden aşağıya doğru ilerleyip bir dolu kebapçıyla karşılaştığınızda Necdet Ustaya da uğrayıp mutlaka onun simit kebabını yiyin.
Beyran için kesinlikle Metanet lokantasına gitmelisiniz.
(Beyran ; kuzu gerdan ve pirinçle yapılan baharatlı ve sabaha karşı içilen özel bir çorba.et iç yağla birlikte akşamdan bakır tencereye konulup sabaha kadar pişiriliyor. Sabah iç yağlar alınıp, et kemiğinden ayırılıp pirinçle haşlanıyor. Malzemeler ayrı duruyor ve servis yapılırken bakır kaselere et, pirinç, iç yağ, üzerine sarımsak bol acı pul biber ve et suyu eklenip yüksek ateşte kaynatılıp veriliyor.)
Kebaplar dışında yöresel yemeklerini de tatmalısınız bu güzel şehrin ve bunun için en iyi adres Aşina restaurant. Lebeniye çorbasını içmeden dönmeyin.
Sonra çok bilinen ve pastasıyla, kahvaltısıyla meşhur Orkide’yi de deneyimleyin. Ama Kurtuluş Camii’ni görmeye giderken  bir mola verip hemen altında bulunan cafede  Doğu’nun ev yapımı  taze şuruplarıyla keklerini de mutlaka tadın. Sohbeti, özel yapım demleme çayları da size çok keyifli zamanlar sunacak. (Benden de selam iletin lütfen.)
Konaklama
Şehirde bir çok 5 yıldızlı  marka otel mevcut. Bunları tercih edebileceğiniz gibi tarihi konaklardan oluşan butik otellerde de konaklayabilirsiniz. Benim birkaç önerim.
Tuğcan otel( 5* - en eskilerinden – konumu merkezde, Bayazhan’a yakın)
Grand hotel (5*)
Dedeman otel (5*)
The Anatolian hotel (5*)
Hıdıroğlu Konağı (butik otel)
Gaziantep Kültür Ve Zanaatı ;Baklava, halıcılık, yemenicilik, sedefçilik, Antep işi, kutnuculuk (kutnu kumaşı – yöreye özgü), bakırcılık, aba dokumacılığı, zurnacılıktır.
Bölgeye özgü yiyecekler ; Antep biberi (görünümü yeşil dolmalık biber olsa da oldukça acıdır ve  genelde tam haliyle masada servis edilir), Antep kahkesi ve pide ekmeği , salçası ve tatlı ceviz sucuğu, kebabı, beyranı, ciğeri, katmeri ve baklava çeşitleri ile yine  önemli yemeklerinden yuvalama sayılabilir. Yuvalamaya sakın benim gibi çorba demeyin, bu zahmetli yemek için çorba denilmesi yöre haklını oldukça kızdırabiliyor.
devam edecek.....




25 Ekim 2013 Cuma

Bir Uzak Rota Klasiği Endonezya - Bali


Çok klasik bir uzak rota olan Endonezya'nın en popüler adası BaliKüçük Sunda Adalarının en batısında yeralan Endonezya'ya bağlı bir adadır. Batıda Cava, doğuda ise Lombok adasının arasında kalır. Başkenti Denpasar'dır.
2009 yılı sayımlarına göre nüfusu sadece 3.5 milyon olan adanın 93.2%'si Hindu geri kalan kesimin çoğunluğu ise müslümandır. Bali ayrıca Endonezya'nın en turistik adasıdır. Dans, heykelcilik ve resim gibi sanat dalları gelişmiştir. Özellikle ahşap oymacılığı ve heykelleri inanılmaz güzel olan adaya 2012  ocak ayında seyahat ettim.
Singapur aktarmalı yaptığım bu seyahati kesinlikle herkese öneriyorum.  Ama sizlerde benim gibi iki uçuş ( aktarma) arasını uzun tutun ki dünyanın en güzel havaalanı olan Singapur havaalanını bol bol yaşayın.  Ben bu airporta bayıldım. İnanılmaz büyük ve süprizlerle dolu. Öncelikle yeme içme ve alışveriş için adeta bir cennet. 7 saat üstü uçuşlar için free hotel zaten mevcut ki orada free wifi , ve tüm açıkbüfe konaklama şansınız oluyor. Ama ben duş ve  kahvaltı sonrası havaalanında gezmeyi tercih ettim. Orkide bahçeleri, kelebek bahçesi ve elbette kaktüs delisi ben için kaktüs bahçesi olmazsa olmazdı. Bu havaalanında hayatımı geçirebilirim.
Singapurdan Bali adası yolculuğu çok uzun sürmüyor. Yaklaşık 2.5 saat sonra başkent Denpasar’a iniyorsunuz.(1700km) Minicik havaalanı sizi şaşırtmasın.İnanılmaz turisti ağırlayan (çoğunluğu Avusturalya’dan gelen turistler oluşturuyor ) ada bu minik havaalanı ile de gayet sorunsuz iş yapıyor. Adanın en güzel yerleşim yerlerinden biri olan Kuta havaalanına oldukça yakın. Burada Hint okyanusuna paralel uzanan çok güzel oteller, villa tarzı konaklama yerleri mevcut. Ben kısa sürede çok araştırma fırsatı bulamadan şehir merkezi ve okyanusa 5 dk yürüme mesafesinde olan Sun Island Hotel de  (http://www.sunislandkuta.com) konakladım. Gerçekten konumu ve olanakları ile benim için yeterli ve iyi bir oteldi. Burada çok uygun fiyatlara (35-40 dolar) şöförlü- rehberli jeep kiralayabiliyorsunuz. Ben adayı bu şekilde dolaşıp fotoğraf çekmeyi tercih ettim. Yürüyerek dolaşsamda yorulduğumda beni bekleyen bir aracın olduğunu bilmek rahatlığı tüm seyahatlerimin olmazsa olmazı.
Yine çok uygun fiyatlara bir çok özel tura katılıp bölgenin tadını çıkarmayı deneyimleyebilirsiniz.
Bu güzel adayı destinasyonlarınıza mutlaka eklemelisiniz. Burada Avrupa’da olduğu gibi müze göremeyeceksiniz. Bol bol tapınak, tütsü , baharat kokan dar caddeler, bol motorsikletlerin  geçtiği faytonlarında olduğu sokaklar, esmer tenli çekik gözlü saçlarında bölgeye özgü  çiçeğinin sıkıştırıldığı(frangipani flowers) güler yüzlü ve size zorla kolunuzdan  çekip masaj yapmak isteyen insanlar göreceksiniz. Ilık, nemli yağışlı ama güneşli bir hava bulacaksınız hergün. Havada hep tuhaf ve ağır bir baharat kokusu olacak. Adım başı  tapınaklar ve hayvan tanrıların heykelleriyle karşılaşacaksınız. Fonda hep relax bir meditasyon müziği…
Bali de bence yapılması gerekenler :
Kuta beach’te akşam yürüyüşünün ve gün batımı okyanusa karşı oturup manzaranın tadını mutlaka çıkarmalısınız. Bu güzel bir şarapla , bintang birayla ya da kahveyle de olabilir.  Ama eğer burada gün batırırsanız beni de anmadan geçmeyin lütfen .
Ben yerel tatları  deneyenlerdenim. Beğenip beğenmemek, yemeğe devam etmemek elbette sonra ki eylem. Önce denemelisiniz. Yoksa nereden bilebilirsiniz ki sizin damak zevkinize uyan bir yiyecek bir başkasına hoş gelmeyebilir.
Ben de tüm gezilerimde yaptığım gibi her güne bir yerel tat denedim. Tavuk ve zencefil ile  bol baharat karışımlı bu yemekler tahmin edeceğiniz üzere farklı pirinç pilavlarıyla sunuluyor. Ben çoğunu sevdim. Zencefil ve baharat zaten normalde de kullanan biriyim.
Sunum ve mekan  benim için önemli o nedenle genelde  iyi bir restaurant seçtim ve size de bunu öneririm.
Ben şanslıyım ki bünyem tüm bu farklı rotaları, hava ve yemek farklılıklarını hiç sorunsuz karlışıyor. Ancak sizinde mide vb probleminiz varsa ilk iki gün  yerel tatları denememenizi öneririm. Biraz yavaş yavaş bünyeyi alıştırmanızda yarar olur. Yine de hemen telaş etmeyin çünkü Bali de sadece yerel mutfak değil tüm dünya mutfağından örnekler bulabilirsiniz. Yani hiçbir şekilde aç kalmayacaksınız.
Burada ayrıca ülkemizdekilerden farklı bir çok meyve ile tanışabilirsiniz. Hem meyveleri hem taze meyve sularını tatmadan dönmeyin.
Ben karpuz ve mango suyu karışımına bayıldım. Normalde de ananas suyu elma ve üzüm suyu ile karıştırmaktan hoşlanırım. Burda da farklı meyve sularını kombinleyip kendime özgü tatlar oluşturdum. Neden sizde denemeyesiniz? Ve Bali denince kahvesiz olmaz. İnanılmaz güzel baharat ve kahveler mutlaka tadılmalı hatta alınmalı.
Ubut mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Oldukça güzel oteller ve restaurantlar var.
Jimbaran da bir Bali klasiği olan mekanlardan. Adanın batısında ve Hint okyanusuna gün batırmak için inanılmaz güzel bir yer.
Sonsuza uzanıyormuş hissi veren bu  plajda sayısız  restaurant var. Çok farklı çeşitte deniz ürününü seçip sipariş verebiliyorsunuz. Canlı müzik ve danslar eşliğinde Hint okyanusuna karşı, ayaklarınız altın kumlar üstünde bu  masalarda  unutulmaz bir akşam geçirebilirsiniz. Benim en sevdiğim yerlerden biri oldu Jimbaran. Romantik anlar yaşamak isteyenlere özellikle öneririm.
Bali çok turistlik bir ada olması nedeniyle  bir çok paket tur imkanı buluyorsunuz.
Her yerde kolaylıkla  bu farklı turlara ait broşürler bulabilirsiniz. Sonrası size kalmış seçimler olacaktır. Rafting, atlı safariler, hayvanat bahçesi, tapınak turları, şelale, pirinç tarlaları, Kintemani yanardağı, Bali dansları , Bali masajları, eski tapınak gezileri, kecak& ateş dansı , Bali safari, atlı vey a filli turlar,  dalış, sörf, kaplumbağa adası, maymun ormanları ve daha bir çoğu.
Bu güzel adada günbatımı izlemeden olmaz. Uluwatu da gün batımı  muhteşem oluyor. Burada tapınağı gezip bol bol etrafınızda dolaşan maymunlar görebilirsiniz. Rehberleriniz size uyaracaktır ancak bende hatırlatmak isterim ki bu maymunlar oldukça vahşi ve saldırgan. Mümkün oldukça uzak durup ani hareketler yapmayın. Gözlük ve kolay çıkabilen takılar takmayın. Ani saldırılarla elinizden kapabiliyor ve daha da saldırgan olabiliyorlar. Ben yanımda deneyimli rehberimin ayağından bir maymunun nasıl terliğini çaldığına şahit oldum. Geri alması mümkün olamadı. Tüm bu turlar en az 4-5 rota olup  30- 65 dolar arasında değişen fiyatlara sahip.
Burada uzunca tek tek turları özellikle anlatmıyorum. Bali ye gittiğinizde bu tur broşürlerinden edinip zamanınız el verdiğince hepsine katılıp deneyimleyin derim.
Güzel bir Bali masajı yaptırmadan da dönmeyin. Alışveriş tutkunları için dünyanın en gözde markalarının satıldığı çok büyük bir avm  de var ki  en azından görmelisiniz.  Bu küçücük ve inanılmaz naïf- minimal yaşayan halktan beklemeyeceğiniz bir gösterişte alışveriş merkezi ve çok büyük markalar gerçekten şaşırtıcı bir süpriz olacak.
Son olarak Bali halkı sessiz , sakin, misafirperver  ve çok yoksul. Mütevazi yaşamlarına rağmen hep mutlu ve gülen bir halk.  Burada inanılmaz huzur bulacaksınız. Ve  tatil bitip gerçek hayatınıza döndüğünüzde, sizlerde benim gibi kendi yaşamınızı sorgulayabilirsiniz. Ne çok eşyanız ve giysiniz ama aynı zamanda mutsuzluğunuz olduğuna dair.
Benim için Bali seyahati gerçekten bu anlamda bir dönüm noktası olan  rotalardan biriydi.
Bir başka destinasyonda görüşmek üzere….


 Uluwatu muhteşem bir yer. manzara enfes ama etrafta size her an saldırmaya hazır arsız maymunlara dikkat.

Uzak Kıta Avustralya ve Bilinmeyen Şehir Perth


Artık dünya o kadar da büyük gelmiyor biz insanlara. Değişen dünya ile heryer yakın oluverdi. Ya da bana öyle görünüyor.
2 yıl öncesine kadar 4-5 saat üstü uçuşları başaramayacağımı sanan ben, ani bir kararla “dünyanın öbür ucu” tabirini kullandığımız yerlerden birine gittim. Uzak kıta Avustralya ve onun pek te bilinip tercih edilmeyen kısmı batı  kıyısında yeralan Perth şehrine.
Öncelikle itiraf etmeliyim ki Avustralya önyargılarımı yıkıp onu çok sevmemi, hatta özlememi bile sağladı. Çok uzun bir seyahat listem vardır ve bu kıta listenin sonlarındaydı. Oysa şu an sizlere kesinlikle gidin önerisi yapıyor, en yakın zamanda tekrar gitmeyi planlıyorum.
Bu kıtaya gitmek için en güzel dönem bize göre sonbahar-kış mevsimi başladığındaki dönem. Bizde havalar soğumaya başladığında Avustralya’da bahara girmiş oluyor. Ve bizim ülkemiz kar kış iken siz bu ülke de okyanusta yüzüp sıcağın güneşin tadını çıkarabilirsiniz.
Benim kıtaya ilk yolculuğum mart ayında olmuştu. Bu biraz yanlış bir zaman. Biraz serin ve bolca yağmurlu.(sonbahar) ancak ikinci kez gittiğimde kasım-mart arası ayları tercih ettim ve sıcacık bir yaz dönemini yaşadım.
Perth’ e gitmek için en iyi yol Dubai üzerinden aktarmalı olan Emirates ile uçmak. 7 saat üzerindeki aktarmalarda uçuşunuz konaklamalı oluyor ki ben bunu tercih edip, uyumak yerine Dubai turu yapmayı tercih ettim. İstanbul- Dubai 5.5 saat, Dubai – Perth ise yaklaşık 12 saat sürüyor. (8 saatlik farkı da unutmayalım.)
Ülke genel olarak bence paranoyak bir tavır içinde benim alışık olmadığım bir control sistemine sahip. Örneğin şimdiye dek hiç bir ülkeye girişimde bu şekilde aranmamıştım. Bir an ben bile kendimden şüphe ettim. Sonra  etrafa baktığımda ne kadar şanslı olduğumu gördüm. Herkes tüm çantalarının en ücra köşelerine dek aranırken, ben klasik gülümseyişimle ne ekipman çantamı ne içi tripot harici eşyada dolu çantamı, ne de sırt çantamı açtırmadım. Yanınızda yiyecek vb  ürünler götüremiyorsunuz. Bu konuda çok sert kuralları var. Size uçakta verilen formları dolduruyorsunuz ve buna göre aranıp uygun olmayan şeylerden zaten arındırılıyorsunuz. Aynen geri gönderilenlerde olmuyor değil. Örneğin son 6 ay içinde bir çiftlikte bulunduysanız eyvahlar olsun .
Ya da bal vb organik ürün , ahşap materyalli ürün kesinlikle getiremiyorsunuz.
Beni şaşırtan durum böylesi paranoyakça  katı kuralları olan ülkenin tüm asya ve uzakdoğunun gereksiz ve ??? insanlarını mülteci olarak tutuyor olması ki sonra vatandaşlık  vermesi. ( bu konuda fikrimi yazmamak daha iyi)
Pert şehri Batı Avustralya’nın başkenti konumunda. Aslında oldukça küçük bir yerleşim alanı ama Avustralya’nın dördüncü büyük ve Batı Avustralya nüfusunun dörtte üçünün toplandığı şehir. Şehri bölen ve Hint okyanusuna dökülen Swan nehri özellikle siyah kuğularıyla görülmeye değer. Nehrin okyanusa döküldüğü güney kıyısı herkes gibi benimde favori mekanlarımdan Fremantle adlı balıkçı bölgesi. Perth’e karayoluyla yaklaşık 30 dakika uzaklıkta bir sahil şehri. Perth’ün limanı olarak biliniyor. Kuzey kıyısında ise sırasıyla Cottesloe ve popülar beachi , Scarborough (beach), Trigg (beach), Hillarys (beach & restaurants) ,Joondalup, Lancelin, ve buralardaki national parkları  görmelisiniz. Ayrıca şehirde “whiteman ulusal parkı” ve hayvanat bahçesinide gezerseniz bölgeye özgü tüm hayvanları görme şansını yakalarsınız.
 Fremantle;
Çok renkli, keyifli bir şehir. Eski İngiliz mimarisi hakim. Liman yakınında lezzetli, taze deniz ürünleri servis eden restoranları bulunuyor. Fiyatları makul. Yerel bira eşliğinde fish & cips iyi bir seçim. Fakat masanıza gelip yediklerinize ortak olan martılara hazırlıklı olun. Ben yemeklerimi onlarla paylaşırken çok eğlendim.
Fremantle sokaklarında çok sayıda sanat galerisi görebilirsiniz. Yerel sanat eserleri, etnik hediyeler almak isteyenler için doğru adres. Bunun dışında sokak sanatçıları yaygın. Ressamlar, dans edenler... Her an bir sürprizle karşınıza çıkabilirler. Yazın, sürekli bir festival havasında geçiyor. 
Deniz Müzesi, limana yürüme mesafesinde. Limanın tarihi, bölge denizciliği anlatılıyor. Denizciliğe ilgi duyan herkes görmeli.
Kentin restoran hizmeti de veren butik bira fabrikaları çok ünlü. Mutlaka görülmeli, biralar denenmeli. Benim önerilerim deniz kenarındaki “Little Creatures Beer Brewery”, merkezdeki “Monk Brewery” ve “Sail – Anchor”. Burada mutlaka damak zevkinize uygun bir bira bulacaksınız. Fabrikaların hemen yanı başında kocaman bir göz gibi duran dönme dolap da çok eğlenceli. Ayrıca müze görmek isteyenler için bir başka önerim tarihi hapishane olacak . 1831’den kalma “Tarihi Hapisane”, Batı Avustralya’nın ilk kamu binası. 1992’de turizme açılmış. 2010’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş. Geçmişte hapishanede kalan ve kaçmak isteyen mahkumların inşa ettiği 20 metre derinlikte bir tüneli var. yaklaşık 25 dolar karşılığında bu tüneli gezebiliyor, özel gece turlarına katılabiliyorsunuz.
Kentte gece hayatı da oldukça  hareketli. Pub ve barlarda vakit geçirebilir, sokak şenliklerine katılabilirsiniz.
Konaklama seçeneklerine gelince... Turistlik bir şehir. Çok güzel oteller var. Tarihi yapılar 4-5 yıldızlı otele dönüştürülmüş. Birçoğu deniz manzaralı, sahile çok yakın. Fiyatlar gecelik 250-300 Avusturya Doları. Tabii yıldıza göre de değişiyor.
Fremantle’a Perth şehir merkezinden trenle ya da otobüsle gidilebilir. Otomobil de kiralayabilirsiniz. Perth ve Fremantle’a kadar gitmişken bence çevredeki diğer yerler de görülmeli. Bir otomobil kiralayarak biraz daha güneye gidip doğal parkları, mağaraları ve Margaret river’daki üzüm bağlarını görüp, şarap tadımları yapabilirsiniz. Gün batımına karşı şetçiğiniz yerel şarapları içip, Hint Okyanusu’nda sörf yapanları izleyebilirsiniz.
Güneye inmeye devam edip, Bunbury, Manjimup, Agusta, Pemberton, Walpole, Denmark , Albany ve Esperance ‘e kadar devap edip tüm bu yerleri mutlaka deneyimleyin derim. Karşınıza inanılmaz bir doğa çıkacak. Dev ağaçlardan ormanlar ( bunlar 160 metre boyunda ağaçlar ve dilerseniz tırmanabiliyorsunuz. Ben denedim ancak 5-6 metre sonra devam edemedim. Hiçbir güvenlik önlemi olmadığı gibi oldukça tehlikeli) başka bir doğal parkta çok daha güvenli bir yürüyüş parkurunda ormanı 40 mt de ağaçların üstünde yürüyerek dolaşabilirsiniz. Ayrıca dünyanın en eski taşınıda bu güzergahta uzun bir orman tırmanışı sonrasında görüyorsunuz.  ( büyük bir kaya parçası)
Turistler için her türlü tur burada da düşünülmüş.  Jeep safariler, trenle orman ve doğal parklar içinde turlar, nehir turları, dalış, sörf, atlı turlar gibi onlarca seçenek bulabilirsiniz.

Elbette bu uzak kıta ve rotaya gelmeniz için sebeplerinizin olması gerek. Sadece 100 yıllık bir tarihi, İngiliz tarzında eski binaları  ya da eğlenceli gece hayatı için onca yolu aşmanıza gerek yok. Ama farklı doğası, upuzun bitmek bilmeyen okyanus kıyısı, farklı iklim ve havası, farklı canlı türleri için gelinebilir. Muhteşem bir doğa yapısı var. Ben gökyüzünü hiç böyle uçsuz bucaksız görmedim ülkemizde. Ya da böylesi yeşil ormanları,  bembeyaz kumdan( kum tanesi haline gelmiş deniz kabukları) çölleri, plajları. Yine de  Keşfe yönelik gezmeyi sevenlere öneririm.
Kasım ile şubat arası Güney Yarımküre’deki Avustralya’da mevsim yaz. Daha serin dönemde gitmek istiyorsanız, benim gibi haziran, temmuz ya da ağustosu tercih edebilirsiniz. Yağmura önlem olarak uygun ayakkabı, rahat giysiler ve bir mont yeterli olur. 
İklimi Antalya’yı çağrıştırıyor. Aniden gelen yağmurlar olsa da hava genelde ılık. Beni en çok şaşırtan, bir keresinde 30 dakikalık şiddetli yağmur sonrası çıkan güneş oldu. Her yerde sıklıkla gökkuşağıyla karşılaştım. Öyle ki bazen birbiriyle kesişen 2 – 3 gökkuşağı görebiliyorsunuz. Bu manzara gerçekten görülmeye değer.
 Özetlersek ;
Biraz uzak ve unutulmuş olan bu kıtayı ve Perth şehrini görmelisiniz.
Yanınıza ülke girişinde sorun olan ahşap hariç , organic gıda, belirterek ilaç ve sınırlı sayıda alkol,tütün götürebilirsiniz.
Yanınıza kıtanın sonbahar – kış döneminde gidiyorsanız ki önermiyorum, mutlaka yağmurluk ve kalın bir polar mont ,uygun bir su geçirmez ayakkabı alın.
Yaz döneminde  ise hafif giysiler, rahat terlik ve ayakkabılar, cilt kanseri yapan tehlikeli güneşine karşı şapka ve bol güneş kremi, korkunç derecede ısıran sivrisineklerine karşı koruyucu sprey ve özel kullandığınız ilaçlar varsa alın.
Burada giysi (tekstil) kesinlikle pahalı ve düşük kalitede olduğundan birşeyler satın alacağınızı düşünmeyin. Zaten ucuz ve kansorojen çin malı ürünler dışında pek birşey yok. Böylece ülkemizin bir kez daha cennet olduğunu anlayacaksınız.  O nedenle yanınızda kullanacağınız her giysiyi götürün. 30 kg hakkınız var bu uzak uçuşta.
Uzakdoğu ve Asya kültürünün çok hakim  olduğunu göreceksiniz. O nedenle yemekte tüm bu mutfakları deneyin.
Avustralya ve Batı Avustralya (özellikle Margaret river ) şaraplarıyla oldukça ünlü. Tüm şarapları deneyip damak zevkinize uygun olanını mutlaka bulun.
Farklı etleri denemekten çekinmeyenlerdenseniz kanguru etini de deneyin.
Fremantle’da butik bira fabrikaları var. Okyanusa karşı balık restaurantlarına oturup, gelenek haline gelmiş fish& cips yapıp bu biraları da deneyin.
Perth’te çok güzel  İtalyan ve Greek restaurantlar keşfettim. Sizlerde keşifler yapabilirsiniz ama kime sorsanız gösterilecek olan Southperth’teki “Ciao Italia” (kapısında olan uzun kuyruklar size şaşırtacak. Sadece 5 saat açık bu restaurantın inanılmaz müdavimleri var - http://www.ciaoitalia.com.au) ve Subiaco’daki Georges Meze (http://www.georgesmeze.com.au) de mutlaka yemek yiyin.
City beachte sörf yapanları izleyip, deneyin.
Kings park'ı gezip gün batımında şehri ve gökdelenlerin arasından süzülen Swan nehrini seyredin.
Rock bar için Mustang’e gidip bol bol dans edin. Çarşamba geceleri güzel bir cover yapan grup var. müzikten sıkılırsanız yanda bilardo oynayabilirsiniz.
En sevdiğim mekanlardan biri olan Brisbane‘a mutlaka gidin. Bu barın üstü aynı zamanda otel. ( http://www.thebrisbanehotel.com.au)
Türk market ve kebapçılarından uzak durun. Bunların yerine hungryjack’te mantarlı hamburger yiyin çok daha lezzetli.
Şehir merkezinde müze ve galeriler var. onlarıda görüp sokak festival ve konserlerine  bol bol katılın.
Çan kulesi ve altındaki bar ve çevresindeki restaurantlarıda deneyin.
Canınız biraz casino keyfi yapmak isterse o da var. Üstelik içinde keyifli barlarda mevcut. (http://www.crownperth.com.au/casino)
Şimdi Au ya vize alıp bence yola koyulmalısınız.






                                 Güney Avustralya da dev ağaçlardan oluşan ormanlar var. Albany ve Denmark ta bol bol görebilirsiniz.





Bayram Tatilinde İstanbul Keyfi


Bu bayramda uzun bir tatil süresi oluştu ve  bir çok fırsat bilir cuma gününden itibaren  tatile çıktı bile. Peki İstanbul’un bu sessiz, biraz boş zamanını  nasıl değerlendiririz diye düşünüyorsanız  benim biraz önerilerim olacak.
 Ben böyle  uzun tatil dönemlerinde herkes gibi vıcık  vıcık tatil yerlerine gitmek yerine aşığı olduğum İstanbul’umun bana kalış zamanının tadını çıkarmayı tercih ediyorum.
Sizlerle paylaştığım bu önerileri kendimde keyifle uyguluyorum ve bu bayramda uygulayacağım. Eminim bir rotada sizlerle de karşılaşacağız.
 Öncelikle güne keyifli bir kahvaltı ile başlanabilir. Bunun için boğaza karşı her yer seçilebilir. Seçenek öyle çok ki? Moda sahil de uygun , Üsküdar, Salacık, Beylerbeyi, Çengelköy, Çınaraltı Örneğin, ya da  Göksu Deresi kıyısı… Ben  biraz başlık  veriyorum gerisi sizin zevkiniz ve  hayal gücünüze kalsın. Ancak  boydan boya tüm kıyı kahvaltı için bir çok seçenek sunuyor. Bildiğiniz mekanlar yerine bence rastgele bir yer seçin ve yeni keşifler yapın.
Fenerbahçe parkı , Bebek Parkı, Anadolu Hisarı … ya da Rumeli Hisarı…
Avrupa yakasında da  klasiklerden Ortaköyden başlayıp Istinye , Balta Limanı ve hatta ötesine kadar  devam edin seçeneklerinizde.  Emirganda da güzel  kahvaltı edebileceğiniz yerler var.
Öğleden sonra güneşin en güzel renklere büründüğü vakitleri ve gün batımlarını  İstanbul’umu yukarılardan izlemenizi öneririm.
Örneğin Çamlıca Tepesi , Haliç Tepesi , Pierre Loti ya da enfes manzarasıyla Otağ tepesi…
Ve çok güzel koruları da es geçmeyin. Her iki kıtada da  enfes doğaya ve manzaraya sahip korularda yürüyüş yapıp, kitap okuyabilirsiniz.
Ben  her fırsatta müze ve  sergi geziyorum. Türkiye dünya ortalamasında oldukça düşük sıralamada.Sunay hocamdan (Sunay Akın) duyduğumda inanamadım. Türklerin Müze ziyaret süresi ortalama sadece 7 dakikaymış. Lütfen müzeleri sıklıkla ve uzun uzun ziyaret edin. Çok güzel ve önemli sergiler yapıyorlar.  Bu tatil dönemi size fırsat olsun ve  atlayın bi vapur keyfiyle  Karaköy’e geçip İstanbul Modern’ i gezin. Kütüphanesinde zaman geçirip cafesinde nefis manzaraya karşı birşeyler yiyip için, tadını çıkarın.
Dolmabahçe, Beylerbeyi, Topkapı Saray Müzelerini yeniden ziyaret edin. En sevdiğim müzelerden biri olan Sabancı müzesinde şu sıralar  çok önemli bir sergi var. Mutlaka gezin. Hint heykeltraş Anish Kapoor ‘ın büyüleyici heykellerine kendinizi bırakın. Sonrasında manzara zaten size bir başka büyüleyecek.
Pera müzesi , Koç Müzesi ,  Fotoğraf Müzesi, Masumiyet Müzesi, Rezzan Has müzesi de seçenekler arasında.
Ve tarihi yarım adayı, Sultanahmet meydanı ve civarını, Fener – Balat , Galata kulesi etrafını da unutmayın. Hatta Galata Mevlevihanesi açıldı neden  tekrar ziyaret etmiyorsunuz?
Tüm bu gezilerden yoruldunuz mu? O halde sinema keyfi de yapabilirsiniz. Vizyona bir göz atıp zevkinize uygun filmler seçip daha  sessiz salonlarda sinema keyfi yapabilirsiniz.
Bir de İstanbul’um denildiğinde benim için vazgeçilmez ve  kaçış noktalarım, sığınağım adalar var elbet. onlarsız bir İstanbul olamaz.
Büyük adadan başlayıp bence hepsini ziyaret edin. Burgazın sessizliğinde, heybeli adanın film sahneleri anımsattığı  yollarında ve büyük adanın neşeli sokaklarında kaybolun. Kedilerle , martılarla oynaşıp atlara fısıldayın. Yanınıza kitabınızı da almayı ve biraz kendinizle başbaşa kalmayı ihmal etmeyin.Öneri içeçeğim sıcak nefis ada çayı olacaktır .
Bir de bayramların  olmazsa olmazı şeker var ki onun için size bir önerim olacak. Eminönüne gidip İstanbul’un en eski şekercisi ( şeker formulü Topkapı sarayı arşivlerinde kayıtlıymış Hicipoğlu şekerlemenin) 1745 yılından beri Kıble caddesinde olan Hicipoğlu şekercisine uğrayıp kendinizi şımartın. Bu tarihi şekerlerden lokumlardan bol bol alın.
Yaşlılar yurdu, kimsesiz çocuklar yurdu ve kimsesiz mezarları ziyaret etmeyi de unutmazsanız ne iyi olur bu bayram tatili.
Aklıma gelenler bunlardı ama tüm İstanbul bu kadar değil biliyoruz. Zaten ben de sizlere tüm İstanbul’u değil unutmayın  ve sizlerde biraz hayal gücünüzü çalıştırıp hatırlayın diye benim aklıma gelen ve yapacak olduğum önerileri yazdım.
Gerisi yine tamamen size kalıyor.
Hepinize çok güzel bir bayram  ve keyifli tatiller diliyorum.
ışık ve sevgiyle ,



Kapadokya



Benim yolculuğumdan önce sizlere Kapadokya hakkında biraz bilgi vermek isterim. Pers dilinde  “güzel atlar” ülkesi anlamına gelen Kapadokya, bölge olarak Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kayseri, Kırşehir illerinin kapladığı alanine birleşimi olarak tanımlanır. Kayalık Kapadokya bölgesi ise Uçhisar, Göreme, Avanos, Ürgüp, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden oluşur.
Bugün Peri Bacaları dediğimiz şekiller, üst pliyosen dönem de (Yaklaşık 5 milyon yıl öncesinden 2 milyon yıl öncesine dek süren üçüncü jeolojik çağın  son dönemi.) volkanların püskürtmeleriyle sürekli değişime uğramış ve vadi yamaçlarından inen sel suları ile rüzgarın, tüflerden oluşan yapıyı aşındırmasıyla günümüz Peri Bacaları oluşmuştur.
Kapadokya sırasıyla, Hatti, Hitit, Frig, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı kültüründen izler taşıyarak şu an ki büyüsüne sahip olmuştur.
Peri bacaları ve tarihi ile kapadokya herkesin bildiği bir turistlik bölgemiz.  Benimde çok kez gittiğim bu rotaya bu kez 5 günlük bir özel tur için katılıyorum.En son sanırım 3-4 yıl once gelmiştim.Fazla turistlik yerler çok tercih sebebim değil. Ben daha çok yöre halkına ve şehrin doğal hayatına karışmayı, şehrin kendi kokusunu duygusunu hissetmeyi ve fotoğraflamayı seviyorum.
Berbat denebilecek bir uçak yolculuğundan sonra gece  Nevşehir havaalanına iniyorum. Burası  sanırım ülkemizin en küçük havaalanı. Araştırmak lazım.(yaptığım araştırmada yolcu kapastesine dayalı listed 24. Nevşehir havaalanı geliyordu. Şaşırdım doğrusu ama ben  bina olarak  en küçük h.a. merak etmiştim.)
Uçak yolculuğunun berbatlığına sebep -ki bu genellikle başka uçuşlarımda da aynı yorumuma neden oluyor- türk bebekli aileler ve  onların  etrafı rahatsız eden bebeklerinin, çocuklarının ağlayışları. Yaşadığım deneyimlere dayanarak söyleyebilirim ki sadece bizim ülkemizin bebek- çocukları böyle sorunlar yaratıyor. Sanırım bu da sorunlu anne babadan- aileden kaynaklı. Bu  durum öyle rahatsız edici ki  bence artık bebekli Türk ailelere özel uçaklar olmalı. (o uçağın sesi sanırım uzaydan bile duyulur )
 Transfer aracı ile karşılanıp konaklayacağım Uçhisar kalesi manzaralı çok sevdiğim butik otel olan ( birçok  kez bu otelde konakladım) Karlık evine varıyorum.(www.karlikevi.com) (havaşın  servisleri olduğu gibi burada otellerin de ücretli servisleri var.eğer karlık evi gibi merkeze yakın bir otelde konaklamıyorsanız  araç kiralamanız ya da aracınızla gelmeniz gerekir.)
 Karlık evi,  Uçhisar bölgesinde (Uçhisar, Nevşehir’e 7 km uzaklıkta) kaleyi ve vadiyi gören manzarası, havuzu ve keyifli  bahçesi ile , yıllardır sanat ve sanatçıya verdiği destek ile bilinen ve sevilen bir butik oteldir. Her odası farklı dekorasyona ait bu otelde özellikle kahvaltılara bayılacaksınız.  Organik sebze ve meyvelerden oluşan, hatta bahçesinde dalından koparıp yiyebileceğiniz bu ürünler ile açık havada çiçekler içinde  peri bacaları ve uçhisar manzaralı bu kahvaltı güne  harika başlamanıza sebep olacaktır. Size önerim 5 civarı uyanıp balkonundan gün doğumunu ve  balonların da yerden yükselişini seyretmeniz olacak.
 Uçhisar kalesini zirveye kadar yürüyüp ( kolay bir yürüyüş parkuru var) şehri ve vadileri izlemeden dönmeyin. Kaleye çıkarken köyün içinden geçip yerel halkın hediyelik eşyalarından satın alabilirsiniz.  El yapımı  takılar, örtüler, ve yine yöreye ait  yiyecekler oldukça uygun fiyatlara alınabilir. Halk gelen  turistlerin çoğunlukla ispanyol oluşundan burada da ispanyolca konuşuyor.
 Uçhisar kale zirvesinde biraz gölgede dinlenip manzaraya karşı  birşeyler içmek isterseniz o da düşünülmüş ve küçük bir  café sizi orada bekliyor . Etrafta bir kaç cafe mevcut ama çok acıkıp susamadıkça birşey yemenizi önermeyeceğim. Uç hisarda bir çok yeri denedim beni memnun edecek bir restaurant ne yazık ki yoktu.
 Ağustos ayında bile olsa geceleri serin olabiliyor yanınıza bir ince ceket mont vb ve  bir şal, fular almanız iyi olur. Elbette gündüz yürüyüşler için rahat bir ayakkabı (ben Nike ve Columbia öneriyorum) hafif ve serin tutan giysiler (yine Columbia nın  buna uygun  giysileri benim tercihim) ve biraz uzakdoğu modası olsada güneşe karşı  küçük bir şemsiye alınız.
Ürgüp (Nevşehir’e 20 km)
Ürgüp benim bu bölgede en sevdiğim yerlerden biri. Ben şehir sevdiğim için olsa gerek burası hem doğal yapıda hemde size şehir rahatlığı ve tadını veriyor.
Ürgüp’te konaklamak isterseniz elbette bir çok iyi otel var. Ancak biliyorsunuz ki ben deneyimleyip bizzat gördüklerimi sizlere paylaşıyorum. Bu nedenle  sessiz huzurlu  bir  butik otel tercih etmek isteyenlere Ürgüp İnn Cave butik oteli (www.urgupinncavehotel.com) Otelin sahibi Ömer bey size reber oluşu ile  kapadokya nasıl gezilir hangi turlara katılmalısınız en ince detayına kadar yardımcı olacaktır.
Ve Melis oteli öneririm. Melis otel oldukça büyük. Bahçesi inanılmaz geniş.  Yine bahçesinde dalından koparıp yiyeceğiniz bir çok meyve  ve sebze sunuyor size. Ayrıca  büyük havuzu size  serinlemek için güzel bir fırsat sunuyor. Burada otel odalarının en güzel yanı ise taş olmalarına bağlı  doğal klima özelliği taşıyıp size serin bir mekan yaratmaları.
Ürgüp’te merkez çarşıyı ve pazarı mutlaka gezin. Temenni tepesine çıkıp, şehri yukarıdan görün. Turasan şarap mahzenlerini ve şarap evlerini ziyaret edip deneyebilir ve satın alabilirsiniz. (bana da öküz gözü alırsınız umarım)J
 Derinkuyular pide salonu bence nefis pide yapıyor. Orada  pide çeşitlerini mutlaka tadın. Ben sebzelİ olanI tercih etmiş diğerlerinin de tadına bakmıştım.
Güzel bir akşam yemeğini yine Ürgüp merkezde kolayca bulabileceğiniz Ehlikeyf restaurant' ta yapmalısınız. Elbette zamanınız benim gibi kısıtlıysa öğle yemeği için gidin ve  nefis yemeklerinden tadın.  (http://www.ehlikeyf.info )  Ben güleryüzlü personeli ve  misafirperverliği için bir kez daha  Salih bey’e teşekkür ediyorum.
 Mustafapaşa (Ürgüp’e 6 km güneyde)
Görmeden gelmemeniz gereken yerlerden biride Sinasos “ Güneşin Şehri”  şimdi ki adı Mustafapaşa olan  kasaba.Burada  Asmalı Konak izleyenlerin tanıyacağı dizinin ilk bölümlerinin çekildiği ilk konak var. 1800 lerden kalma bir Rum Evi ki adını da zaten buradan almakta. Şu an otel ve rest. Olarak kullanılıyor. Fakat dışardan görmeye gelen meraklılara da gayet nazikçe davranıp gezdiriyor ve bilgi veriyorlar.  Ekrem bey bana da her kat ve odayı gezdirip sıkılmadan anlattı, balkonda ve girişte fotoğraflarımı çekti ve beni adeta büyüleyen bu konakta bir de Türk kahvem ikram edildi. (www.oldgreekhouse.com) benim zamanım ne yazık ki olamadı ancak burada mutlaka kalmanızı ve bu şirin bölgeyi tadını çıkararak dolaşmanızı öneriyorum. ( benim 2008 ve 2009 da burada karlıkevi sanat kampı  ve fabrikart çalışmaları nedeniyle uzun zaman geçirme şansım olmuştu)
 Burada beni çok etkileyen bir yer daha var. bir müze. Oyuncak bebek müzesi olarak bilinse de çok daha fazlasını barındırıyor. Mutlaka görmelisiniz. Aynı zamanda bir pansiyon  olan müzenin digger kısmında konaklamanızı da öneririm. (www.buyuksinasoskonagi.com) web sitesinde detaylı bilgileri ve fotoğrafları  görebilirsiniz.
Müzeyi ise şanlıyım ki sahipleri Sibel hanım ve Serkan bey eşliğinde uzun uzun anlatılarak gezdim. İnanilmaz bir misafirperverlikle sabırla hiçbir detayı atlamadan anlatan Serkan beyin konu ve tarih hakkındaki bilgisi , Sibel hanımın el becerisi ve oyuncak bebeklere olan tutkusu sizi de hayran bırakacak. (www.kapadokyasanattarihimuzesi)
 Göreme
 Göreme açık hava müzesi ( bölgenin en büyük açık hava müzesi) ve onlarca kiliseyi görmelisiniz. Girişte öğrenci ve yaşlı indirimi mevcut müze kartta geçerli, ancak içeride extra ödemeniz gereken ve 8 tl olan bir özel kilise var ki günümüze dek en iyi korunmuş duvar fresklerini saklamış olması ile ünlü. (Kara kilise)  ben tüm müzelerin cafelerini ve shoplarını sevmişimdir. Sizlerde biraz soluklanıp hediyelik eşya almayı unutmayın.
 Göreme’ye 2 km uzaklıktaki Çavuşin köyü, Zelve ( bölgenin 2. Büyük açıkhava müzesi) , Paşabağları ( 3 başlı peribacalarının bulunduğu vadi) , yine Ürgüp’e 6 km uzaklıkta olan Ortahisar bölgesi mutkala görülmeli.
 Ahi Evran Camini , Çağatay Medresesini görmeden, Ihlara vadisiGüzelyurt’u Niğde müzesini gezmeden, balonla Kapadokyaya yukarıdan bakmadan , Ayrıca bakır, oniks taşından yapılmış hediyelik eşyaları, el yapımı örtüleri, takıları almadan  ve yöreye özgü şarapları atmadan dönmeyin.
Unutmadan ; bölgenin en meşhur peribacaları olan üçgüzeller önünde sizde hatıra fotoğrafı çektirmelisiniz. Güvercinlik vadisi de muhteşem bir manzaraya sahip. Gün batımını ise bence şarap eşliğinde Kızıl Çukur Vadisinde manzaraya karşı konuşlandırılmış yer minderleri üzerine uzanıp keyf yaparak izlemenizi öneririm. Karadut çayı ikramı mutlaka olacaktır. Elbet tattıktan sonra sizlerde benim gibi bir paket almadan dönmezsiniz. Bir de deveye benzetilen bebiş peribacalarının bulunduğu vadi var: Derbent vadisi. Artık orayı da görüp turistliğinize dair fotoğraflarsınız. Derebağ – cevizli mevkii Uçhisar kalesinden görebileceğiniz kale arkasında kalan yerleşim bölümü. Bir de O Ağacın Altı var. Gidip bir süre vakit geçirmenizi ve manzaranın tadını çıkarmanızı tavsiye ediyorum
Avanos
 Kapadokya’ya gelip Avanosu görmeden gitmeniz zaten mümkün değil. Kızılırmağın kenarında yürüyün. Ben bayıldım. Sallanan köprüden geçin. Ben taş köprüden geçip ne yazık ki ona fırsat bulamadım. Akhal teke at çiftliğinde  güzel atlar şehrine gelmişken at binmeyi deneyin. Ve elbette çanak çömlek olmadan olmaz.
 Avanos’ta www.sirkupurambo.com  Yaşar hanım tüm detaylarıyla  size çömlekçiliği anlatıp iananılmaz güzel ürünler gösterecek. Eminim sizlerde bir dolu alışveriş yapmadan çıkmayacaksınız. Ben çok güzel cezve ve omlet için tava aldım. Chez Ferhat çanak atölyesinde  çömlek yapımı denemeden ( www.ferhatcomlekcilik.com )
Sıra yemek zamanına geldi. Sizlerde benim gibi bu güzel manzara ve temiz hava da  çabuk acıkanlardansanız  işte  bu iki yeri mutlaka test edin. Nehir kenarında  Dayı’nın yeri ve  karşı kıyısında  nehire paralel kıyısı olan ve bence manzarası daha iyi olan Kavi restauranta uğrayıp bir güzel yemek keyfi yapın derim. Kahve veya çayınızı içerken  bir kare fotoğraf çekip beni de anmayı unutmayın :)
 Benim birkaç günlük Kapadokya seyahatim böyleydi. Umarım deneyimlerim sizler için yararlı olmuştur. Kapadokya efsunlu yerlerimizden. Sizlerin de seveceğine eminim. Şimdiden hepinize keyfli rotalar….:)




 Avanosta birbirinden güzel  çanak çömlek atölyesi ve satış mağazaları var. almamanız mümkün değil. bu güzel sürahi ojelerimle pek uyumluydu almamak olmazdı.
 Mustafapaşa asmalı konak olarak bildiğimiz ilk asmalı konağı. şu an butik otel olarak kullanılıyor.

 Mustafapaşa oyuncak müzesi ve butik oteli.